Yekta Kopan'dan samimi açıklamalar!

Şahane bir adam… Ailenizin süper kahramanı…Kendine özgü, inanılmaz yaratıcı…Tek bir sıfata sığdırılamayacak kadar çok yönlü biri…

resim yok
13 Mart 2014 - 13:06
Röportaj

Şahane bir adam… Ailenizin süper kahramanı…Kendine özgü, inanılmaz yaratıcı…Tek bir sıfata sığdırılamayacak kadar çok yönlü biri…

 

Filmlerdeki karakterlere sesiyle ayrı bir orjinallik katan Yekta Kopan hafızamızda yer etmiş pek çok film kahramanına da sesiyle hayat vermiş. Bunlar arasında; Jim Carey, Kedi Sylvester, Geleceğe Dönüş filminde Micheal J.Fox'un canlandırdığı Marty Mcfly, Buz Devri filmindeki Sid ve daha niceleri var. Kısacası Yekta Kopan bu karakterlere sadece ses vermemiş, müthiş ses rengi sayesinde onları kült birer karakter haline de getirmiş. Seslendirme sanatçılığının yanı sıra yazarlık da yapan Kopan'ın, yazılarındaki ince ve kıvrak zekaya da hayran olmamak mümkün değil…

 

Yıllarca sesiyle hayat verdiği hatta sonrasında kamera önüne de geçtiği 'Gece Gündüz' adlı programından ayrılan Yekta Kopan, şu sıralar farklı bir heyecan içinde. Kopan artık yeni kanalında seyirciyle buluşuyor. Biz de onun heyecanını paylaşmak ve NTV'den yaşadığı ayrılığın perde arkasını öğrenmek için bir araya geldik.

 

SAMİMİ AÇIKLAMALAR

Gece-Gündüz Yekta Kopan ile var olmuş bir formattı. NTV bence elindeki tek sağlam programı da harcamış oldu. Üzüldünüz mü? İlk duyduğunuzda tepkiniz ne oldu? Peki sizden dinlemek istiyorum NTV’den kovuldunuz mu?

Yooo… Zaten bir sürecin sonunda oldu. Aslında yönetimle beraber verilmiş bir karar. Bir yandan da şöyle bir realite var o realiteyi de unutmamak lazım. Gerçekten bir yerden sonra Gece- Gündüz'le olan ilişkimde bir metal yorgunluğu da oluşmaya başlamıştı. O metal yorgunluğu bir süreçle de örtüşünce o süreçle karşılıklı verilmiş bir kararın sonunda şaşırılmayacak bir sonuç oldu. Bir yanda da şunu özellikle söylemek isterim bu benim için çok değerli bir nokta. Gece- gündüzün teşekkür ediyorum benimle özdeşleştiğini söylüyorsun ama Gece- Gündüz NTV'nin kuruluşundan beri var olan ekranların en uzun soluklu Kültür Sanat programı. Pınar Demirkapı ile başlamış ondan sonra Haşmet Topaloğlu, Ayşe Tolga ve çeşitli sunucuları olmuş. Bu tabloya bakınca onu bir bayrak yarışı olarak gördük o bayrak yarışında ben de kendi nöbetimi elimden geldiğince iyi tutmuş bir insanım. Kendi nöbetimi tuttum ve terk ettim, bu kadar basit benim için.

Yaşanmışlıkları düşününce rahatsızlık duyduğunuz oluyor mu?

Sonuçta ben şuna bakarım, orada yaşanan bir süreç var o süreci burada didiklemek ve deşmek istemiyorum. O sürecin dinamitlerinin ne olabileceğini bizi okuyanlar gayet iyi tahmin edebiliyorlar anlıyorlar. Onun haricinde benim Gece- Gündüz'deki duruşum son yaptığım yayındaki sözlerim bütün bunlar bilinen şeyler. Bütün bu bilinenin tekrar altını kalın kalın çizmeye gerek yok. Şu nedenle gerek yok. Bu bir çekingenlik ya da geçmişe zarar vermeme arzusu değil, geleceğe bakma sevinci. Çünkü şu anda yeni bir program yapıyorum o yeni programın heyacanı ben de yarattığı güzel duygular,onun enerjisi bütün bunlar bana daha iyi geliyor. O yüzden bitmişin üzerinden cümle kurmayı değil, başlayanın üstünden cümle kurmayı tercih ediyorum.

Peki yeni programından biraz bahsedelim Artıbirdesin değil mi?

Artıbirdeyim şu anda. Sağolsunlar NTV'den ayrılışımdan sonra benimle üzün süre zaten görüştüler, ilgilendiler, herşeyden önce orada bir program yapmam değil dostluklarıyla yalnız bırakmadılar. Yavuz Orhan, Can Dündar, Koray Çalışkan, Mirgün Cabas olsun çevremde bir ilgi çemberi oluşturdular. Sonunda da işte Cumartesileri geceleri Artıbirde 22:00 ile 24:00 arası ''Yekta Kopan'la Cumartesi'' adında bir programa başladık. İki saatlık bir program kültürden, sanattan, siyasetten, sokaktan, hayattan konuşmaya özen göstereceğimiz bir program yapacağım orada. Artıbir'in atmosferini, durduğu yerden konuşabilme yeteneğini, konuştuğu cümleleri bu cümleleri aktarabilme samimiyetini seviyorum. Dolayısıyla da biraz önce söylediğim heyecan, enerji o, dolayısıyla samimiyetten gelen bir enerji var bakalım o enerji ile neler inşaa edeceğiz onu zaman gösterecek.

 

BEŞ KURUŞSUZ BİR ŞEKİLDE ORTADA KALDIM

Ankaralısınız ve herkesin İstanbul’a bir geliş hikayesi vardır. Sizin öykünüz nedir?

Askerden dönmüştüm. Askerliğimi de Ankara'da yaptım. Seslendirme yaparak hayatımı kazanıyordum. Bir yandan küçük, irili, ufaklı dergilere yazılar yazıyordum. Askerliğe altı ay olarak gittim fakat bahar hareket dönemi sonra askerliğimde dokuz aya uzadı bütün hesaplarım şaştı ,birikimlerim eridi ve beş kuruşsuz bir şekilde ortada kaldım. Ankara'da özel televizyonlar çoğalmış, seslendirme para kazandıran bir iş olmamaya başlamıştı. Dolayısıyla bir sırt çantası aldım ve İstanbul’a geldim. Ablam buradaydı bir kaç gün ablamda kalırım dedim. Orada bir hayat kurabilir miyim, para kazanabilir miyim diye düşündüm. Demek ki o yıllarda seslendirmede Yekta Kopan adını biraz olsun duyurabilmiş ki gelir gelmez iş ortamı oldu benim için.

Peki ilk geldiğinde yaptığın iş hangisiydi?

İstanbul'a ilk geldiğimde yaptığım işi inan hatırlamıyorum. Filmlerden birinde konuşmuşumdur onu hatırlamıyorum yalan söylemeyeyim. Geldim ve kaldım geliş o geliş oldu.

Seslendirmeye karşı ilginiz ne zaman başladı?

Babam tiyatrocu. O zaman Ankara televizyonunda aileden çalışanlar insanlar vardı. Ablam seslendirme yapmaya başlamıştı. Sonra günün birinde bir küçük çocuk rolü olmuş ablama bunu kim yapar demişler. Ben dört yaşında okuma yazma öğrenmiştim. Ablam da hemen beni ortaya atmış Yekta, okuma- yazma da biliyor yapar. İlk seslendirmemi 5 yaşındayken yaptım. İki, üç repliklik bir şeydi. Hatırlıyorum beni götürdüler stüdyoya mikrofona boyum yetişmediği için bir masanın üstüne çıkardılar. Kulaklık başımda durmadığı için mendil katlayıp kulaklığın üstüne sıkıştırdılar durabilsin diye. Masanın üzerinden düşmeyeyim diye beni tutuyorlar işte ilk seslendirmemi beş yaşında yaptım. Bir yandan bu şu anlama geliyor yıl 1972- 1973 yani neredeyse Türkiye’de televizyonculuğun yeni başladığı yıllar. Dolayısıyla bir bütün tarihime baktığın zaman televizyonculuğun her döneminden geçmişim. Böyle başladım seslendirmeye. Belki biraz benim hoşuma gitti, hem onlar ben de bir şeyler gördü çağırmaya başladılar. Sonra Ankara Radyosu var. Ankara radyosunda çok usta isimlerden işin eğitimini aldım. Eğitim süreci oldu o benim için. Kırk yıldır bu işi yapıyorum.

Afacan bir çocuktun herhalde…

Afacan bir çocuk muydum bilmiyorum. Çok düşünceli içine kapalı bir çocuktum. Çok garip ama sokağa çıktığım zamanlar tam bir sokak haytasıydım, sokaktan eve geldiğimde de hemen kitaplara kapanan, kitaplarla yaşamaya başlayan bir çocuktum.

 

SEKİZ YAŞINDAN İTİBAREN KALEMİ ELİMDEN BIRAKMADIM

Yazmaya ne zaman ve nasıl başladınız? Daha doğrusu yazmaya başlamanız nasıl gelişti?

Kitap okunan bir evde büyüdüm. Babam, annem, ablam, okurdu. Dedem bir gazeteciydi. Babamın dayısı gazeteciydi. Gazetelerin girdiği, siyasetin konuşulduğu, kitapların okunduğu, düşüncelerin açık yüreklilikle açık sözle tartışıldığı bir evde büyümek bence bunları etkiliyor. Ama ben ilk okuma yazmayı öğrendiğim zaman dedim ki; bu çok acayip büyülü bir şey bir kağıdın üstünde bir takım yazılar var ve ben bunları okuduğumda zihnimde başka bir şeye dönüşüyor. Hayatla mücadele edemediğinde bir şeye kızdığında bir oyuncak istediğinde alamadığında öğretmenin sana kızdığında mücadele edemediğinde mücadele edebilecek bir şey bulmuştum okuduğum zaman her şeyle mücedele edebiliyordum. Bu çok güzel gelmişti bana o zaman.Bunla birlikte yazmaya da başladım. Çünkü o daha güzel geldi bana. Bu sefer o hayali tümüyle ben kurabilmeyi başlamıştım. Hayali üreten de bendim paylaşan da bendim. Yedi sekiz yaşından itibarende kalemi elimden hiç birakmadım.

Okuma yazmayı o yaşta nasıl öğrendin peki ?

Ablam öğretti. Ama ablam bana alfabeyi öğretmişti. O da şundan dolayı öğretti. Afacanlık konusunda haklısın. Ablam benden yedi yaş büyüktür. O evde ders çalışırken ben başında o kadar çok gürültü yapıyordum ki kızcağız bundan kurtulabilmek için bana okuma yazma öğretti.

İlk kitabınızla son kitabınıza baktığımızda tarzınızda ne tür değişiklikler oldu? Kendinizi eleştirir misiniz?

Sadece ilk kitapla son kitap değil. Son kitapla bugün arasında bile değişiklik görürüm kendimde. Yani yazdığım herşeylerle her zaman hesaplaşmışımdır. Bu şu anlamda da algılanmasın şimdi onları seviyorum sevmiyorum değil. Hepsi kendi dönemi içinde yazılmıştır. O dönemdeki Yekta Kopan’ın dünya algısının ruh hali içinde yazılmıştır. Ve hepsi ile de çok iyi ilişkilerim vardır yazdığım kitaplarla. Çok iyi ilişkilerim var derken bir hayranlık ilişkisi değil. Onların yazıldığı dönem beni ben yapan dönemlerdir. Ben hep defter ve kalemle çalışan bir insanım ve benim o defterlerimin kenarları doludur. Onların bazılarının nereye doğru gideceğini biliyorum bazılarının ise niye yazdığımı bile bilmiyorum. Hiç bir şey düşünmeden yazıyorum.

Yazarlardan kimleri beğeniyorsun?

Açıkçası şöyle bir şey yapmaya hep özen gösterdim. Bugüne kadar yazarlık hayatımda da şunu çok yapmaya çalıştım. Beni etkileyen ışığına doğru yürüdüğüm yazarların adlarını dolaylı ya da röportajlarda değil yazdıklarımın içinden okurlarla paylaşmaya özen gösterdim. Hatta Karbon Kopya isimli kitabımda öyküler neredeyse bunların hepsine dokunan, saygı duruşunda bulunan kimi zaman buradan Kafka'ya, Oğuz Atay'a, Yusuf Atılgan'a selam duran metinlerdir. O yüzden bunları hep okurlarımla yazdıklarımın içinden paylaşmaya çalıştım. Bir yandan şunu da söyleyim kuşakdaşlarımın içinde çok sevdiğim isimler var. Şu anda birini söylersem birini unuturum, üzülürüm o yüzden isim vermiyorum. Ama Türk Edebiyatı'nın ve özellikle de Türk öyküsünün mahir, çok cesur ve çok ışıklı olduğunu düşünüyorum.

Elif Şafak'ı nasıl bulunuyorsunuz?

Bir yazar üstünden genel bir cümle kurmak istemem. Sonuçta bütün yazarlar okurlarıyla buluşurlar bütün yazarların okurları vardır. Okurların bakış açısında, okurların algısında o yazarlar karşılıklarını bulurlar. Ben bir yazar üstünden değerlendirme yapmak istemem.

İnsanın sanatçı bir aileden gelmesi nasıl bir şey? Ona ne kazandırıyor? Dezavantajları var mı ?

Şu ana kadar hep avantajlarını düşünmüşümdür galiba. Şu bana hep iyi gelir. Çocukken hayatla ilişki kurduğum, hayatın ne olduğunu görmeye başladığım yıllarda kitapların olduğu, sinemaya gidilen, tiyatroya gidilen, düzgün Türkçe ile konuşulan, herkesin birbirinin konuşma alanına saygı duyduğu bir evde olmak bence en büyük katkıydı. Bu bana yeter. Şöyle bir dezavantajı olmadı hiç bana böyle başarı kiriterleri bir takım maniyalar konulmadı. Dolayısıyla da ailenin sanatla olan ilişkisi açısından bir dezavantaj hatırlamıyorum.

Sunuculuğa nasıl başladınız?

Eski bir hikaye. Şöyle ki eski bir hikaye TRT'de seslendirme yaptığım o ergen yıllarda TRT Ankara Televizyonu Çocuk Bölümü'nün işleri olurdu. Onlar da genelde bizleri seslendirme yapan genç kadroyu kullanırlar dolayısıyla ben çok erken yaşlarda sunuculuğa da başladım. Sonra İstanbul'a geldiğimde o zamanın ATV'si Kanal D'sinde küçük küçük programlar sundum ama çok fazla ekran önünde olmayı da sevmedim. Müthiş bir görünürlük arzusu, müthiş bir görünürlük hayali içinde hiç olmadım. Bilinmeyen görünmeyen bir yerden seslendirme yapmak bilinmeyen görünmeyen bir yerden kitaplarımı yazmak bana hep yetti.[reklam]

KÜLTÜR SANAT ÖZGÜRLEŞİRSE KARANLIKTAN KURTULURUZ

Türkiye’deki sanatı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye'deki kültür sanat değimizde bu gerçektende bir küçük sohbetin bu küçük röportajın paragrafı olamayacak kadar derin bir konu öncelikle onu söyleyim. Çünkü Türkiye'deki kültür sanat dediğin şeyi Türkiye'deki eğitim politikalarından, siyasetinden, dilden, ekonomisinden, sokaktan her hangi bir şeyden ayırıpta br fanusun içinde uluşılamaz bir şeymiş gibi değerlendiremeyiz. Bütün bütün bunların ortasındaki bir şeyden bahsediyoruz. Kültür ve sanat baş edemediğimiz gerçekleri yeniden kurgulayabilen bir alan. Biz zaten bu ülkenin gerçekleri ile öyle bir mücadele içindeyiz ki o alanı da zehirliyoruz. Oysa kimi zaman o alan, bu ülkenin baş edilemeyen anlaşılamayan hergün biraz daha bizi girdabının içine çeken, karanlığından sıyrılabilmemizin tek anahtarı. O anahtar gerektiğince sağlıklı bir şekilde beslenemiyor. Bu beslenememekte ki en önemli sorun kültür ve sanatın tümüyle özgür bırakılmaması. Özgürleştirilmesiyle ilgili bir sorun. Özgürleştirilmesi ile ilgili sorunların aşıldığı gün inanın ki diğer alanlarda çok daha huzurlu adımlar atmaya başlayacak dünya.

 

HER GÜN YENİ BİR YALANLA UYANIYORUZ

Türkiye'de olan biteni nasıl değerlendiriyorsunuz?

Açıkçası bu röportajın yayınlandığı gün nasıl bir gün olacak bilmiyorum ki. Düşün ki ortalama ömrü 70 – 80 yıl olan insanlarız biz. Düşün ki ortalama ömrü 70 – 80 yıl olan insanların hayatlarında biriktirebilecekleri hikayeler sınırlı. Ve bu ülke bize bir gün içinde binlerce hikaye yazıyor. Ve ne yazık ki yazdığı hikayelerden hiç biri iyi değil. Ben henüz Gezi Direnişi'nde hayatını kaybedenlerin acısını üzerimden atamadan, Berkin'in uyanması için yaptığım dualar dilimde kurumadan bir başka karanlıkla, bir başka aymazlıkla, bir başka yalanla uyanıyorum yeni bir güne. Bu röportajın yayınlandığı gün hangi yalanla uyanacağımızı bilmiyorum.

 

MEDYA ELİNDEKİ FIRSATI ÇOK KÖTÜ KULLANDI

Peki medyayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Medya bence kendisi ile yüzleşebilmesi belki de bir bütün Cumhuriyet tarihi boyunca edindiği dinamiklerle hesaplaşa bilmesi için çok iyi bir fırsat yakaladığı dönemi olabilecek en kötü şekilde kullandı. Evet bütün yapılanın silkinmesi, tozundan, kirinden, pisinden arınması, iyileşmesi, fırsatlar veren dönemler vardır. İyi değildir bu dönemler karanlık dönemlerden çıkarken en çok en derin hesaplaşmalarını yapar. Bu dönemde medyanın hesaplaşabilmesi için çok iyi bir dönem. Ama örtbas etme kültürüyle medyanın bir adım daha atması mümkün değil.

 

BİZİ KİTAPLAR BULUŞTURDU

Eşinizle nerede tanıştınız? Biraz anlatabilir misiniz tanışma hikayenizi?

Eşimle Show TV’de çalışıyordum o da o dönem staj yapıyordu. Tanışıklığımızı kalıcı kılan şey onun da benim de edebiyata olan ilgim oldu. Daha çok bizi buluşturan şey kitaplar oldu.

Hayvanları çok seviyorsunuz bildiğim kadarıyla?

Oğlum Cambaz var. Evet seviyorum. Hayvanları sevmekte çok önemli bir soru. Hayvanları sevmek özel insan sevgisi yeteneği olduğu zaman bunu anlayamıyorum. Çünkü hayvanlar diye onları kategorize ettiğimiz ve sadece uzaktan sevilecek olarak gösterdiğimiz canlılar bu dünyanın en az bizim kadar sahipleri. Hayvanları sevmek gibi ekstra fazladan bir özellikmiş gibi bir duygunun olmasını anlayamıyorum. Bu dünyanın bütün sahiplerinin birbirinin hakkına sahip çıkması bu dünyanın bütün sahiplerinin birbiri için iyi şeyler düşünmesi gerekiyor. Hayvanlar, ağaçlar, bitkiler, taşlar, topraklar. Bu dünyanın sahibi sadece bizmişiz gibi algılamak kadar yanlış ve bu dünyanın sonunu getiren bir şey olmaz. İşte böyle düşünerek dünyanın sonu geldi. Dünyanın sahibi benim, ormanları istediğim gibi keserim, hayvanları istediğim gibi öldürürüm, doğa ile istediğim gibi oynarım al tepe tepe kullan şimdi…

 

RÖPORTAJIN DEŞİFRESİNİ BİLE DÜŞÜNECEK KADAR TAKINTILIYIM

Takıntıların var mı ?

Var… Kafamda tanımlayabileceğim bir şey değil ama. Takıntılı bir insan olduğumu söyleyebilirim. Sorularını cevaplamam sırasında dizlerimi sallamamdan takıntılı bir insan olduğumu söyleyebilirim. Düşümdüm sana bir örnek vereyim sen rahatla, gazeteci rahatlasın istiyorum ama. Bak bu bile bir takıntı aslında röportajı yaparken cümleleri iyi virgülleyeyim iyi noktalayayım deşifresi kolay olsun, al işte takıntı bu. Şu anda kafamda senin yerine röportajı ben yapıyorum bundan daha beter ne olabilir. Evet, evet takıntılıyım ben.

Okan Bayülgen'le akrabasınız bildiğim kadarıyla…Çok sık görüşüyormusunuz?

Evet akrabayız. Hayır…

Neden ?

İş, güç, hayat yüzünden görüşemiyoruz.

Bir kırgınlık yok dimi ?

Hayır hayır hayır….

 

BEN ÜRETTİKÇE BU DÜNYAYA KATLANIYORUM

Peki çok yoğun çalışıyorsunuz aile yaşantına yoğunluğunuz yansıyor mu ?

Yansıyor tabii ki dönem dönem.. Ama bu bir olumsuzluk olarak yansıyor gibi bir cümle söyleyemem. Sadece bazen ben kişisel olarak evde olmak, dinlenmek hani o klasik demiyle ayaklarımı uzatıp oturmak istiyorum bunu yapamadığım zamanlar en azından bana yansıyor. Bedenen yansıyor, zihinen yansıyor. Ben ancak ürettikçe bu dünyaya katlanıyorum.

Medya sektöründeki dostlukları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Medya sektöründe dostluklar mı var? Bence bundan güzel bir cevap olamaz.

Bu aralar kimleri seslendiriyorsunuz?

Şöyle söyleyim belkide bu haftalarda Bay Peabody diye bir çizgi film sinemada vizyona girecek. Çokta hoş bir film. Rio 2 seslendirdim. Sinemada bu işler var.Televizyonda dublaj eskisi kadar yapmıyorum zaten daha çok sinema filmleri konuşuyorum. Yaz sonunda doğru tam bir tarih vermeyeyim Ice Age devam edecek.

Bildiğim kadarıyla bunların dışında eğitmenlik de yapıyordunuz devam ediyor mu?

Aynen devam ediyor. O bitmeyen bir yolculuk… Zeynep Atakan'la beraber yürüttüğümüz bir proje o Yapım Lab isimli. Orada okuma yazma atölyesi var. Uzunca zamandır atölyenin devam etmekte olduğumuz bir sınıfı ile kitap hazırlıyoruz. Çok heyecanlı bir proje.

Son olarak neler söylemek istersiniz?

Teşekkür ederim…

 

 

'O HAYAT BENİM'İN GÜZEL YILDIZINDAN SAMİMİ AÇIKLAMALAR BURADA!

Aşağıdaki bağlantıdan Diziler instagram hesabını takibe alarak güncel dizi haberlerini instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

@diziler

üyeler ne diyor?

resim yok
:-) :) :o) :c) :^) :-D :-( :-9 ;-) :-P :-p :-Þ :-b :-O :-/ :-X :-# :'( B-) 8-) :-\ ;*( :-* :] :> =] =) 8) :} :D 8D XD xD =D :( :< :[ :{ =( ;) ;] ;D :P :p =P =p :b :O 8O :/ =/ :S :# :X B) O:)
Kapat

bizi takip edin